IGUSABDER Sayı 9, Aralık 2019 / IGUSABDER Issue 9, December 2019

Bu koleksiyon için kalıcı URI

Güncel Gönderiler

Listeleniyor 1 - 9 / 9
  • Öğe
    İstanbul Gelişim Üniversitesi Sağlık Bilimleri Dergisi (IGUSABDER) Sayı 9, Aralık 2019
    (İstanbul Gelişim Üniversitesi Yayınları / Istanbul Gelisim University Press, 2019) Barut, Abdullah Yüksel
    Merhaba, Dokuzuncu sayımız ile sizlere ulaşmanın mutluluğu içerisinde, Mustafa Kemal Atatürk’ün "Eğer bir gün benim sözlerim bilimle ters düşerse bilimi seçin" söylemi doğrultusunda, Dergimizde bilime katkıda bulunan tüm yazarlarımıza, hakemlerimize sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum. Gönderilen makale sayısı arttıkça Dergi Ekibimiz her sayının daha iyi ve güzel olması için büyük bir heyecan ve özveri ile çalışmasını sürdürüyor, kendilerine çok teşekkür ediyorum. Yeni yılda her şeyin gönlünüzce olmasını diliyor, saygılarımı sunuyorum. Hoşçakalın. Dr. Öğr. Üyesi A. Yüksel BARUT Editör
  • Öğe
    Kuşakların Hemşirelikte Yönetim ve Eğitim Pratikleri Açısından İncelenmesi
    (İstanbul Gelişim Üniversitesi Yayınları / Istanbul Gelisim University Press, 2019) Sevinç, Ebru; Kavgaoğlu, Derya
    Sağlıkta yönetim ve eğitim çabalarından etkili ve verimli sonuçlar alınabilmesi için üzerinde durulması gereken önemli bir konu, hedef kitlenin bireysel farklılıklarının anlaşılmasıdır. Kuşak olgusu bu bireysel farklılıkların açıklanmasında, yönetsel ve eğitsel olarak etkileşim kurulacak kitlenin tanınmasında ve beklentilerinin anlaşılmasında yol gösterici bir faktör olarak değerlendirilebilir. Yaklaşık olarak yirmi beş, otuz yıllık yaş kümelerini oluşturan ve aynı çağın şartlarına maruz kaldığı için benzer davranış örüntülerine sahip bireyler öbeği olarak tanımlanan kuşak literatürde beş farklı formda yer almaktadır. Bunlar: Sessiz kuşak, bebek patlaması kuşağı, X kuşağı, Y kuşağı ve Z kuşağıdır. Sessiz kuşak hemşirelerinin yaşam boyu tek bir kurumda çok sıkı çalışma olanağına sahip olmaları iş doyumuna ulaşmaları için yeterlidir. Bebek patlaması kuşağı hemşirelerinin işleri yaşamlarının çok önemli bir bölümünü oluşturur ve iş doyum düzeyleri yüksektir. X kuşağı hemşireleri iş hayatında kendilerini zorlu, iyimser ve kendine güvenen bireyler olarak tanımlamaktadır. Bu üç kuşağı eğitsel pratikler açısından esasici ve gelenekçi stillerle, yönetsel açıdan duygusal bağlılığı pekiştirecek pratiklerle desteklemek mümkündür. Y kuşağı hemşireleri gruplar halinde çalışmakta ve teknolojiyi çok iyi kullanmaktadır. Z kuşağının ilk üyeleri önümüzdeki seneler içerisinde çalışma hayatına girmiş olacağından bu kuşakla ilgili çok fazla araştırma bulunmamakla birlikte teknoloji odaklı ve bağımsız çalışma eğilimi içinde olmaları beklenmektedir. Bu iki kuşağı eğitsel açıdan geleneksel öğretimden ziyade öğrenen merkezli ve teknoloji tabanlı etkinliklerle; yönetsel açıdan normatif bağlılığı duygusal bağlılığa dönüştürecek pratiklerle desteklemek mümkündür. Bu çalışmada, hemşireliğin kuşaklar arası bireysel, mesleki, teknolojik, örgütsel ve eğitsel olarak farklılıklarının literatür bilgileri doğrultusunda incelenmesi amaçlanmaktadır.
  • Öğe
    Türkiye’de 2008-2018 Yılları Arasında Model ve Kuram Kullanılmış Hemşirelik Araştırmaları: Sistematik İnceleme
    (İstanbul Gelişim Üniversitesi Yayınları / Istanbul Gelisim University Press, 2019) Dağcı, Mahmut
    Amaç: Hemşirelik model ve kuramları, araştırma ve bakım uygulamaları gibi sürekli gelişmekte olan temel hemşirelik ögelerinin gelişimine katkı sağlamaktadır. Bu araştırma, model ve kuram kullanılarak yapılmış hemşirelik araştırmalarının sistematik olarak incelenmesi amacıyla yapılmıştır. Yöntem: Tanımlayıcı olarak yapılan çalışmanın evrenini Yüksek Öğretim Kurumu Ulusal Tez Merkezi, PubMed ve Dergipark veritabanlarında 2008-2018 yılları arasında yayınlanan hemşirelik model ve kuramlarının kullanıldığı çalışmalar oluşturmuş, dâhil edilme ve dışlanma kriterlerinin uygulanmasının ardından örnekleme ulaşılmıştır (n=121). Araştırma verileri SPSS 22.0 istatistik programı kullanılarak analiz edilmiş, bulgular sayı ve yüzdeler halinde sunulmuştur. Araştırmanın verilerine ulaşım tarihi 11.11.2018’dir. Bulgular: Örneklemi oluşturan model ve kuram temelli çalışmaların %95,0’inin devlet üniversitelerinde yapıldığı, %82,6’sının doktora tezi olduğu, %74,4’ünün yarı deneysel ve deneysel çalışmalardan oluştuğu, çalışmalarda %44,6 ile en çok hastaların örneklem olarak seçildiği, halk sağlığı hemşireliği araştırmalarının %21,5 ile en fazla model ve kuram kullanan araştırmalar olduğu ve incelenen çalışmalarda en çok Roy’un Adaptasyon Modelinin kullanıldığı belirlenmiştir. Sonuç: Türkiye’de model ve kuram kullanımının giderek artmakta olduğu ancak uluslararası çalışmalar ile kıyaslandığında henüz istenilen seviyeye gelemediği belirlenmiştir. Bu doğrultuda model ve kuram temelli araştırmaların desteklenmesi önerilmektedir.
  • Öğe
    Viburnum Opulus L. (Adoxaceae) Meyvesinin Antimikrobiyal, Antioksidan ve Kimyasal İçeriği Yönünden Metabolizmaya Etkilerinin Değerlendirilmesi Üzerine Bir Derleme
    (İstanbul Gelişim Üniversitesi Yayınları / Istanbul Gelisim University Press, 2019) Güleşci, Nuri
    Dünyada bilimsel çalışmaların hızla ilerlemesiyle birlikte teknoloji de buna bağlı olarak gelişme kaydetmiştir. Bu gelişmeler yaşam tarzını kolaylaştırırken; insan sağlını da olumsuz yönde etkilemektedir. Son zamanlarda artan hazır gıda tüketiminin yaygınlaşması, dengesiz ve düzensiz beslenme gibi faktörler metabolizmanın düzensiz çalışmasına sebep olmaktadır. Bu olumsuzlukların önüne geçmek için doğal besinlerin tüketilmesi oldukça önemlidir. Doğal ve organik besinler; antimikrobiyal, antioksidan ve vitamin içeriği yönünden birçok yararlı bileşikler içermektedir. Bu bileşiklerin metabolizmada koruyucu, düzenleyici ve besleyici rolleri vardır. Doğal besinler, metabolizmayı zararlı yönde etkileyen nitrojen ve reaktif oksijen gibi serbest radikallerin oksidatif etkilerine karşı engelleme özelliğine sahiptirler. Diyet ile alınan besinlerdeki antioksidanlar; fitokimyasal antioksidanlar olarak adlandırılırlar. Viburnum opulus L. (Adoxaceae) üzerinde yapılan çalışmalarda içeriğinde yoğun olarak antioksidanların, antimikrobiyal maddelerin ve çeşitli vitaminlerin varlığına rastlanılmıştır. Antioksidanlar serbest radikal bağlayıcılar ya da singlet oksijen tutucu mekanizmalar vasıtasıyla antioksidan etkilerini gösterirler. Viburnum opulus L. suyunun yüksek oranda antimikrobiyal aktiviteye sahip olduğu tespit edilmiştir. Bu derlemede; Viburnum opulus L. bitkisinin meyvesinde bulunan antimikrobiyal, antioksidan ve vitaminlerin özelliklerini belirterek, metabolizmaya olan etkileri değerlendirilmiştir.
  • Öğe
    Kolorektal Kanserlerin Tanı ve Prognostik Takibinde Eski ve Yeni Serum Biyobelirteçleri: Sistematik İnceleme ve Meta-Analiz
    (İstanbul Gelişim Üniversitesi Yayınları / Istanbul Gelisim University Press, 2019) Üçüncü, Muhammed Zübeyr
    Bu mini derleme ve sistematik meta analizde kolorektal karsinomun tanısında ya da prognozunda araştırılmış olan bazı biyobelirteçlerin irdelenmesi amaçlanmıştır. Yapılan analizler karsinoembriyonik antijenin (CEA) kolorektal karsinom tanısında orta duyarlılık ve yüksek özgüllük değerlerinde olduğunu, ancak kolorektal kanseri yakalamakta yetersiz olduğunu, prognozun belirlenmesinde kullanılabileceğini göstermektedir. Karbonhidrat Antijeni 19-9’un (CA19-9) tek başına kolorektal karsinom taramasında, tanısında, prognozunun belirlenmesinde veya nükslerin yakalanmasında kullanılamayacağı, diğer belirteçlerle birlikte kullanıldığında bilgi sağlayıcı olabileceği görülmüştür. Kanser Antijeni 242’nin (CA242) kolorektal karsinom tanısında ve prognozunun belirlenmesinde özellikle CEA ve/veya CA19-9 gibi farklı tümör belirteçleriyle birlikte kullanılabileceği gösterilmiştir. C-reaktif Proteininin (CRP) inflamasyon için spesifik bir belirteç olduğu, kolorektal karsinom gelişme riskini belirlemede, tanı koymada ve prognozu anlamada kullanılabileceğini ancak kolorektal karsinoma özgül bir belirteç olmadığı görülmüştür. Vasküler Endotelyal Büyüme Faktörü (VEGF) ile kolorektal karsinomun ilişkili olduğu ve VEGF’in bu olgularda tanıda ve prognozu belirlemede belirteç olarak kullanılabileceği ortaya konulmuştur. MicroRNA’ların kolorektal karsinom taramasında, tanısında ve prognozunun belirlenmesinde kullanılabileceği gösterilmiştir. Diğer belirteçlerden Kanser Antijeni 50 (CA-50), İnsülin Benzeri Büyüme Faktörü Bağlanma Proteini 3 (IGFBP-3), İnsülin Benzeri Büyüme Faktörü-1’i (IGF-1), Kanser Antijeni 72-4’ün (CA72-4), Tümör İlişkili Glikoprotein-72 (TAG-72), P53, Kanser Antijeni 125’in (CA125), c-erbB-2 proteini, Doku Metalloproteinaz İnhibitörü-1’in (TIMP-1) ve Pirüvat Kinaz İzoenzimi M2’nin (M2-PK) kolorektal karsinomda sınırlı oranda kullanılabileceği görülmüştür. Kolorektal karsinomların taranmasında, tanısında, izleminde ve prognozunun belirlenmesinde ileri derecede güvenilir bir biyobelirteç henüz belirlenebilmiş değildir. Ancak belirteçlerin araştırılması değişik duyarlılık ve özgüllük oranlarına rağmen klinisyen ve hasta için büyük fayda sağlamaktadır. Özellikle bazı belirteçlerin kombine kullanımının bu olgularda önemli yarar sağladığı görülmüştür.
  • Öğe
    Hemşirelerin Basınç Ülserlerini Önlemeye Yönelik Tutumlarının İncelenmesi
    (İstanbul Gelişim Üniversitesi Yayınları / Istanbul Gelisim University Press, 2019) Ercan Ekim, Cansu; Sabuncu, Necmiye
    Amaç: Araştırma hemşirelerin basınç ülserlerini önlemeye yönelik tutumlarını ölçmek amacıyla tanımlayıcı olarak yapılmıştır. Yöntem: Araştırmanın örneklemini Kasım 2017-Ocak 2018 tarihleri arasında İstanbul’da özel bir sağlık kuruluşunda çalışan, araştırma kriterlerine uyan ve araştırmaya katılmayı kabul eden 131 hemşire oluşturdu. “Basınç Ülserlerini Önlemeye Yönelik Tutum Ölçeği” (BÜÖYTÖ) uygulandı. Çalışmada veriler IBM SPSS Statistics 24 (IBM SPSS, Türkiye) programı kullanılarak analiz edildi. Tanımlayıcı istatistiksel metotlar (Frekans, Yüzde, Ortalama, Standart sapma), Kolmogorov-Smirnov dağılım testi, Mann Whitney U testi, Kruskal Wallis testi ve Spearman Korelasyon Analizi kullanıldı. Bulgular: Hemşirelerin BÜÖYTÖ puan ortalaması 44,69±3,00 (%85,9) saptanmıştır. Hemşirelerin yaş ortalaması 24,3±2,511 bulunmuştur. Hemşirelerin %54,2’si 1 yıldan az çalışma deneyimine sahip, %42’si Cerrahi Servisiler, %34,4 Dahili Servisler, %27,7’si Yoğun Bakımlarda çalışmaktadır. Hemşirelerin sosyodemografik özellikleri ile BÜÖYTÖ puanları arasındaki ilişki istatistiksel açıdan anlamlı bulunmamıştır (p>0,05). Basınç ülseri ile her zaman karşılaşan hemşirelerin BÜÖYTÖ puanlarının daha yüksek olduğu saptanmıştır (p<0,05). Sonuç: Hemşirelerin basınç ülserlerini önlemeye yönelik tutumlarının yüksek olduğu ve basınç ülseri ile her zaman karşılaşanların tutumunun daha olumlu olduğu saptandı.
  • Öğe
    Vestibüler Schwannoma Cerrahisi Sonrası Fasiyal Parezisi Gelişen Hastalarda Fizyoterapinin Etkinliğinin Değerlendirilmesi
    (İstanbul Gelişim Üniversitesi Yayınları / Istanbul Gelisim University Press, 2019) Çevik, Serdar; Öte Karaca, Şeyda
    Amaç: Bu çalışmanın amacı, Vestibüler schwannoma (VS) cerrahisi sonrası fasiyal fonksiyon kaybı gelişen hastalarda erken dönemde uygulanan fizyoterapinin etkinliğini değerlendirmektir. Yöntem: 2015-2018 yılları arasında retrosigmoid girişim ile tama yakın VS rezeksiyonu uygulanan hastalar retrospektif olarak incelendi. Hastaların demografik bilgileri, nörolojik muayene bulguları ve histopatolojik inceleme raporları tıbbı kayıt sisteminden elde edildi. Fasiyal sinir hasarı değerlendirmesi House–Brackmann derecelendirme ölçeği kullanılarak tanımlandı. Tüm hastalara postoperatif erken dönemde mimik kaslarında hiperemi oluşturmaya ve kas tonusunun korunmasına yönelik masaj uygulaması yapıldı. Bozulan sinir iletiminin elektriksel olarak uyarılması ve kas kitlesinin korunması için elektrik stimülasyonu uygulandı. Ayrıca günde 5 er dakika, 3 mhz frekansında ultrasound uygulaması yapıldı. Ameliyat sonrası tüm hastalar 1,3, 6 ay klinik muayene ve 3. ayda kontrol MRG ile düzenli olarak takip edildi. Bulgular: Hastaların postoperatif erken dönem fasiyal sinir fonksiyonu 2.9 (aralık: 2-5) idi ve 1. ay, 3. ay ve 6. ay kontrollerinde ortalama fasiyal sinir fonksiyonu sırasıyla 2.3 (aralık: 1-4), 2.1 (aralık: 1-4) ve 1.8 (aralık: 1-4) idi. Vestibüler schwannoma rezeksiyonu sonrası fasiyal paralizi gelişen hastalarda postoperatif erken dönem ve 6. ay kontrol fasiyal sinir fonksiyonları karşılaştırıldığında istatiksel olarak anlamlı derecede iyileşme olduğu görülmüştür. (p=0.001) Sonuç: Çalışmamızın sonuçları, erken dönem fizyoterapi ile VS rezeksiyonu sonrası gelişen fasiyal sinir fonksiyon kayıpların geri kazanılmasında etkin olduğunu göstermektedir.
  • Öğe
    Giresun İlinde FV, FXIII, ACE, ApoE Gen Varyantlarının Prevelansı ve Koroner Arter Hastalığı Profiline Etkilerinin Araştırılması
    (İstanbul Gelişim Üniversitesi Yayınları / Istanbul Gelisim University Press, 2019) Akadam Teker, Ayşegül Başak; Teker, Erhan; Yılmaz Aydoğan, Hülya; Dağlar Aday, Aynur
    Amaç: Ateroskleroz kaynaklı Koroner Arter Hastalığı (KAH), multifaktöriyel ve poligenik kompleks bir hastalıktır. Son yıllarda yapılan çalışmalarda KAH ile ilişkili bazı genetik varyantlar öne çıkmıştır. Bizim çalışmamızda da Türkiye’de Giresun ilinde yaşayanlarda KAH’na yatkınlık sağlayabilecek olan genetik profili çıkarmak için kan koagülasyonu ve lipid metabolizması ile ilgili olarak dört gen bölgesi analiz edildi. Bu gen bölgeleri FV-Leiden (rs6025) (FVL), FXIII 163G> T (V34L) (rs:5985), ACE (Angiotensin-converting enzyme) (rs1799752 I/D polimorfizm), ApoE (Apolipoprotein-E) (rs7412 ve rs429358) şeklindedir. Yöntem: Çalışmamızda 89 kontrol ve 174 hasta kullanılmıştır. ApoE gerçek zamanlı polimeraz zincir reaksiyonu (RT-PCR), FVL, FXIII, ACE PCR yöntemi kullanılarak genotipler belirlenmiştir. Bulgular: Hasta grubunda ACE D ve ApoE e4 allel frekansları kontrol grubunda düşük saptandı (sırasıyla p=0,026 ve p=0,015). Hasta grubunda, FV A allel taşıyanlar (GA+AA) GG genotipine sahip bireylerle karşılaştırıldığında serum total kolesterol (p=0,038) ve LDL-K (p=0,054) düzeyleri yüksek gözlendi. MI geçirmeyenlerde FXIII L allel varlığı % 31,9’dur. L allel varlığı MI riskine karşı koruyucu etki göstermektedir (p=0,06, OR=0,464, %95 CI=0,202-1,06). Sonuç: Çalışmamızda araştırılan gen varyantlarının hiçbirinin direkt olarak KAH gelişimi ile ilişkisini gözlemlemedik. Ancak araştırılan gen varyantlarının dolaylı olarak KAH risk faktörlerine etkili olabilecekleri çalışmamızdan elde ettiğimiz çıkarımlardandır.
  • Öğe
    An Investigation into the Role of IGF-1 and IGFBP3 in the Diagnosis and Treatment Response in Esophageal Cancer
    (İstanbul Gelişim Üniversitesi Yayınları / Istanbul Gelisim University Press, 2019) Bademler, Süleyman; Üçüncü, Merve Müge; Serilmez, Murat
    Aim: Esophageal cancer (EC) is the eighth most common cancer among all cancers worldwide. It constitutes 1.5-2% of all cancers and 5-7% of gastrointestinal cancers. Mortality reduction by early diagnosis, early treatment, and close follow-up is possible in esophageal cancer. However, reliable markers that rapidly provide results for early diagnosis are necessary in order to make such a diagnosis. In our study, it is aimed to investigate the role of IGFBP3 and IGF-1 in the early diagnosis of esophageal tumors. Method: 37 patients with a histopathologically confirmed diagnosis of EC and 41 age- and sex-matched healthy controls were included in our study at Istanbul University Institute of Oncology. Serum IGF-1 and IGFBP-3 levels were determined using enzyme-linked immunosorbent assay (ELISA). Findings: The mean age of the patients included in this study was 54.51±13.69 years. Based on the comparison between the groups, there was no difference in terms of gender and age (p=0.675 and 0.094). There was a statistically significant difference between the control group and the patient group in terms of IGF-1 and IGFBP3 levels. Both levels were higher in the control group (p=0.006, p<0.001). 22 patients had a recurrence. There was no significant difference between the IGF and IGFBP3 levels in those who had a recurrence. 32 patients died. There was no significant difference in terms of the histological subtype, T and pathologic stage of the disease, and IGF-1 and IGFBP3 levels. Conclusion: Our study showed that IGF-1 and IGFBP3 markers could be used in the diagnosis of esophageal tumors. We think that it is necessary to conduct further studies with larger series in order to draw a clear conclusion.